HİÇ İçin 16 Bin $

İki müziksever düşlerindeki CD’nin sponsorluğunu yaptı. Herşey, günlük hayatın boğucu temposundan bunalıp sükûnu bulabilecekleri, ruhlarına derman olacak bir CD düşlemekle başladı. Türküler olacaktı içinde: Mükemmeliyetçi ama mümkün olduğunca sade bir üslûpla çalınan nefesler, zeybekler, deyişler, semahlar. Fikir ekonomist Osman Genç’indi. Almanya’daki iş arkadaşı Aydoğan Cengiz’le parayı denkleştirdiler. Dostları Fatih Zülfikar’a teslim ettiler düşlerini. Erkan Oğur ve Okan M. Öztürk katıldı imece grubuna. Birkaç yüz CD bastırıp dostlarına dağıtmayı düşünürken prodüktör Hasan Saltık devreye girdi. Ve ortaya son yılların en ilginç albümlerinden biri, ‘Hiç’ çıktı. 1998 Eylül’ünde ılık bir sonbahar akşamı, Salacak’ta, Kızkulesi’ne bakan bir çay bahçesinde buluştular ilk kez. Üç kişiydiler: Yatırım danışmanlığı hizmeti veren bir şirketin müdürü Osman Genç, Devlet Klasik Türk Müziği Topluluğu’nda bendir çalan gönül dostu Mehmet Fatih Zülfikar ve onun topluluk arkadaşı Erkan Yarkın. Çaylarını yudumlarken düşlerini koydular masanın üstüne. Erkan Oğur’a ‘Hayalname’ adını verdikleri projelerini anlattılar.

Oğur’u MFÖ’yle yaptığı çalışmalardan beri izliyor, üslûbu kadar kişiliğini de dışa yansıdığı kadarıyla takdir ediyorlardı. Ona ‘Hayalname’ fikrinin nasıl doğduğundan bahsettiler önce. Piyasadaki albümlerde bulamadıkları sadeliğe, ruha, gösterişsiz ustalığa dair özlemlerinden söz ettiler. Anadolu ezgilerindeki hümanizmi, sufice bilgeliği, erdem arayışını yansıtacak bir CD tasarladıklarını söylediler. Hiçbir ticari kaygı olmadan hazırlanacak, müzik dostlarına dağıtılacaktı. Masrafları karşılayacak, repertuar konusunda dayatmacı olmayacaklardı.

”Neden bana geldiniz” diye sordu Oğur. ”Necdet Yaşar gibi bir usta dururken, neden ben?” Beklemedikleri soru karşısında biraz şaşırdılar. Yaşar’ın Klasik Musiki’nin sofistike ustalarından biri olduğunu, kendilerinin sofizmin Halk Müziği’ndeki yansımalarıyla ilgilendiğini söylediler.

”Peki, ama projeyi siz detaylandırın, ben elimden geleni yaparım,” dedi Oğur. Öyle dedi ama heyecanın verdiği arzuyla bu projeyi büyük ölçüde detaylandıran da o oldu. Ankaralı müzikçi Okan Murat Öztürk’ü, İsmail Hakkı Demircioğlu’nu önerdi. Repertuarı biçimlendirdi.

KAYITLAR BAŞLIYOR

Salacak’taki buluşmadan bir ay sonra albümün kayıtları başladı. Kayıt takvimi, yayım tarihi belirlenmeden çalışılacak, arzulanan eser ortaya çıkana kadar kayıtlar devam edecekti. Çünkü Fatih Zülfikar’ın deyişiyle ‘iyi müzik geniş zamanda yapılır’dı. ”Dar zamanda kaydedilen müziğe gereken özen gösterilemez. Yorumcu müziği hızlandırdığında ise ayrıntılar kaybolur. Şimdilerde sanatçılara rahatlıkla, haydi taksim yap ama 60 saniyeyi geçmesin, denebiliyor. Biz bunu yapmadık, herkes gönlündekini müziğe kattı.”

Her pazartesi Okan Murat Öztürk Ankara’dan geliyor, sabah stüdyoya girip akşam çıkıyorlardı. Sohbet ediliyor, çaylar içiliyor, türküler konuşuluyor ve kayıt yapılıyordu. Olmazsa bir daha, bir daha. İçlerine sinene dek.

30 civarında ezgi vardı CD’ye girmeye aday. ”Repertuarı seçerken belli bir ilke, sistem saptamadık, zaten sisteme karşı ve kendiliğinden gelişen bir projeydi bu,” diyor Zülfikar. ”Çeşitlilik olsun istedik. Farklı yörelerden, sükûnet duygusu veren ezgiler seçtik.”

İlk 30 saatlik kaydın sonunda oturup bir kez daha dinlediler bantları. Yorumlar istedikleri kadar sade olmamıştı. Gereksiz mızrap oyunları, süslemeler, sükûnet düşünü zedeleyecek telaş sıkışmıştı aralara. İptal ettiler tüm kayıtları. Yeniden başladılar.

Erkan Oğur’un kızı doğdu. Onun için bestelediği ‘Dede ile Balta’yı da repertuara aldılar. Besteci yerine albüm kapağına ‘Hediye’ yazılmasına karar verildi.

Stüdyo çalışması tasarlanan 120 saati geçmiş, 180 saate yaklaşmaya başlamıştı. Bütçe zorlanınca Osman Genç, bir gün yazlık yapmak için aldığı arsayı sattı. Projeye katılanlar ücretlerini almaya devam etti. Zülfikar bile bütçe problemlerini herşey bittikten sonra öğrendi: ”Finansmanın Almanya’dan sağlandığını söylemişti Osman. Arsa sattığını öğrenince sorumluluğumun daha ağırlaştığını hissettim.”

Kayıttan sonra zorlu miksaj çalışmaları geldi. Erkan Oğur miksaj gibi kalıp hazırlanması sırasında da tüm gelişmeleri yakından izledi. Bazı işlemler defalarca tekrarlandı.

Sıra geldi isme

Zülfikar ”Sükut” dedi. Erkan Oğur ”İçe dönük,” Genç ise ”Hayalname.” Bu arada proje dizisini adlandırmak, her seferinde farklı elemanlardan oluşacak bir grubu isimlendirmek için ”Derman”ı seçtiler. CD için herkesin aklına yatan öneri Erkan Oğur’dan geldi: ”Hiç”

”Bence en sofistike olan en sade olandır,” diyor Genç. ”Bu albümde ulaşılabilen en sade ifade biçimi arandı. Erkan Oğur notaları atomlarına ayıran çok titiz bir müzikçi. Düşlediğimizi müzik olarak da isim olarak da o buldu.”

Tasavvufta ‘hiç’in tanrıya ulaşmayı simgelediğini hatırlatıyor Zülfikar. ”İnsan hiçliğe doğru yola çıkar. Nefsin, benliğin, egonun yok olduğu, saflığa varılan noktadır bu, Allah’a varılan noktadır. Sofizm ve İslamın dışında bu hiçlik yaklaşımı Budizm de de var.”

Kayıt çalışmalarının tamamlandığı günlerde Oğur, CD baskısı konusunda tavsiyede bulunması için, Genç ve Zülfikar’ı kendi albümlerinin prodüktörü Hasan Saltık’la tanıştırdı. İmece grubuna katıldı o da; albümün baskı ve dağıtımını üstlendi. ”Elinde basılacak 13 CD projesi varmış. Bizimkini en öne aldı, çok mutlu olduk” diyor Genç.

Albüm kapağının siyah bir sayfayla başlaması, program kitapçığının sayfalarında yıldızların belirmesi, evrenin fotoğrafıyla tamamlanması fikri de son anda Erkan Oğur’dan çıktı.

Ve albüm kapağına tüm bu çabayı özetleyen sözcük yazıldı: ‘Hiç’

Erkan Oğur ve ‘Hiç’

Bana güvenildiği, repertuar seçimi ve yorumda özgür çalışmam sağlandığı için bu projeye girdim. Okan Murat Öztürk’le, 1980′lerde, Ankara’da lutiye ve halk müziği sanatçısı Coşkun Güla’nın vasıtasıyla tanışmıştım. Saz üslûbunu çok beğendiğim, araştırmacı tavrını takdir ettiğim için bu albümde birlikte çalışmak istedim.

‘Hiç’in harmanında Türk Müziği’nin halk müziğiyle, klasik müziğiyle bir bütün olduğunu vurgulayan bir yaklaşım hakim. Repertuarda tasavvufu, hümanizmi, ahlakı, dürüstlüğü, arılığı anlatan geleneksel ezgiler var.

Albümde, söz olarak sadece kızım için bestelediğim ‘Dede ve Balta’da bir gazel ve Nesimi’nin deyişinde Bakara Suresi var. Sure, insanlık ve kâinattaki koordinatlarımız adına bir simge olduğu için Türkçe okundu. Bunun dışındaki geleneksel ezgilerin mesajını enstrümanla vermeye çalıştık.

Anadolu’da üretilen müziğin yüksek seviyede bir müzik olduğuna inanıyorum. ‘Hiç’ bu geleneğin uzantısı. Albüm, Türk Müziği’nin çok seslendirilmesi, düzenleme biçiminin estetiği, enstrüman ilişkileri konusunda denemeler içeriyor. Tek ve çokseslilik arasında kafası karışmış insanlara kopuz ve Türk müziği sazlarıyla, farklı bir modal armonizasyon anlayışı sunuluyor.

Ezgilerin mesajı ancak hak ettikleri hızda, doğru tonalitede çalındıklarında duyumsanabilir. Birçok geleneksel ezgi, gerçekte, sanıldığı kadar hızlı değildir. Bugüne, zaman ve teknolojiye uyması için hızlandırılmaları gerekmez. Müzikte çok hızlanınca tek sese ulaşılır; biz ezgileri hakkettikleri zamanda yorumlayıp ayrıntıları ortaya çıkarmaya çalıştık.

Bir büyük bütünün parçası olduğunu düşünüyorum. Evrende hareket halindeyiz, yolcuyuz, bir enerjiyiz ve dönüşüyoruz. Müzik ve dünya da bu bütünün kıymeti bilinmesi gereken parçaları. Kapağıyla, ismiyle, repertuarıyla ‘Hiç’ bunu yansıtıyor. Uzaydaki iki yıldız arasındaki boşluğa bir bakış, Allah kavramına yaklaşım denemesi.

Serhan YEDİG / Hürriyet © 1999

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir